"Anne sütü neden antikapitalist bir direniş hattıdır" başlıklı bir yazıdan alıntıdır.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, beş yaş altı çocukların ölüm sebeplerinin yüzde 11.6’sı anne sütüyle beslenmemek. Anne sütü, her yıl 800 bin çocuğun hayatını kurtarabilir. Örgütün tavsiyesi, eğer mümkünse iki yıl ve hattâ daha uzun süre anne sütüne devam etmek.
Ne acı ki bu çok basit gözüken faaliyet çeşitli şekillerde ve çok etkili yöntemlerle engelleniyor. Çok uluslu şirketler, en başta da Danone ve Nestlé saldırgan yöntemlerle kendilerine hemen her ülkede pazar yaratmaya uğraşıyorlar. Bunun için reklâmlar hazırlıyor; ardı arkası kesilmeyen kampanyalar düzenliyorlar. Ancak uyguladıkları asıl yöntem, doktorları-hastaneleri bağlamak. Şöyle bir örnekle ne kastettiğimi anlatayım: Kendi kızımın doğumunun üstünden daha 24 saat geçmemişken bir doktor ve iki hemşire hastanedeki odamızı basmıştı. Bize, bebeğin sarılık değerlerinin eşiğin üstünde olduğunu, Azade’yi ya yirmi dört saat küveze (yapay ışık altına) koymak durumunda olduklarını yahut mama takviyesi gerektiğini söylemişlerdi. O ânı unutmuyorum. Doktorun cümleleri daha bitmemişken hemşirelerden biri mama paketini açmıştı bile. En çok da yaşadığım çaresizliği ve endişeyi hatırlıyorum. İki zor yoldan birini seçmek durumundaydık ve mama elbette ki daha kolay bir çözümdü. Kelime edememiştik. Azade bir kaşık aldı, sonra reddetti. Biz o noktada yan çizdik. “Bir düşünelim, bir araştıralım,” dedik. Doktor tahammülsüzdü, kızdı: “Cahil misiniz? Bilim bu! Nesini düşüneceksiniz?” Hakareti yuttuk, araştırdık. Başka hastanelerin başka eşik değerleri belirlemiş olduğunu; farklı ülkelerde bambaşka değerler tavsiye edildiğini öğrendik. Korkacak bir durum yoktu aslında; ama biz korkutulduk. Zira, yine sonradan öğrendik ki, ilk yirmi dört saatte mama verildiği takdirde çocukların önemli bir bölümü emmeye devam etmiyor. Şeker içerikli mamalar bebeğe daha tatlı geliyor.
Şirketlerin doktorları-hastaneleri bağlaması
Doktorların-hastanelerin bağlanması derken bunu kastediyorum. Sonradan bu işin peşine düştük. Bu şirketlerin doktorlara ve hemşirelere “eğitimler” verdiğini, otellerde ağırladığını-gezdirdiğini ve hattâ doktorların bir kısmının akademik kariyerlerinin ilaç-mama şirketlerinin finansmanı ile mümkün olduğunu öğrendik. 2013 yılında İngiliz The Independent gazetesinin ilk sayfasında Danone’nin mama markası Milupa’nın Türkiye’deki büyük bir skandalı afişe edildi.
O haberin hazırlanmasında eşim ve ben bilfiil çalıştık. Olay özetle şuydu: Milupa, 6-36 arası bebeklerin her gün 500 ml. süt ihtiyacı olduğunu iddia eder, buna yönelik dev bir kampanya düzenler. (0-6 ay arası bebeklerin ihtiyacının ise 750 ml. olduğunu söylerler, ama belli ki kampanyanın asıl hedefi 6 ay sonrasıdır.) Görünürde kulağa hoş gelen bir sloganları vardır: “Biz, anne sütünü destekliyoruz.” Fakat devamı şöyle: Ama eğer çocuğunuz kâfi miktarda süt almıyorsa, beyin gelişimi durur; şu olur, bu olur. Bu yolla anne-babaları takviye ürünlere yönlendirirler. 500 ml. yalanını da UNICEF’in tavsiyesi olarak lanse ederler.
Yalan diyorum; çünkü UNICEF’in böyle bir beyanı yoktur. Gazeteci Melanie Newman UNICEF’le temasa geçtiğinde bunun külliyen uydurma bir sayı olduğunu, her çocuğun farklı bir ihtiyacı olduğunu, önemli olanın miktar değil muhteviyat olduğunu söylerler. Anne sütünün (az-çok) her durumda daha iyi olduğunu beyan ederler.
Aptamil, bu kampanyayı hazırlarken doktorları ve hemşireleri kullanır. Gelen annelerin sütleri ölçülür, ortalamalar alınır. Türkiye’de kadınların ekseriyeti yarım litreden (500 ml.) az süt vermektedir (330 ml. civarında); ama bu aslında bir sorun değildir. Yine de şirket tarafından sorun olarak pazarlanır. Yarım litre bile ince ince düşünülmüştür o anlamda. Web sitelerinde hiçbir bilimselliği olmayan testlerle kadınların verdikleri süt miktarını ölçerler. Emzirme süreleri ve sıklığı üstünden tahminî rakamlar üretirler. Testi birkaç kez de ben çözdüm. Günde saatlerce emzirdiğinizi işaretlemediğiniz müddetçe sonuç hep aynı çıkıyordu: “Eksik var, buyrun şu ürünümüze…”
Haberin hazırlanma aşamasında Sağlık Bakanlığı’na, doktorlara, Türk Millî Pediatri Derneği’ne, Migros’a vesaire kuruma yazıp görüşlerini sorduk. Bunlar kampanyaya destek olmuşlardı. “Ne diyorsunuz,” dedik. Çoğu ya hiç cevap vermedi ya da yuvarlak cümlelerle (biz kurum olarak anne sütünü hep desteklemişizdir vs.) olayı geçiştirdi. Hattâ bir doktor, kendi iç yazışmalarının kullanılmasının (kampanyayla ilgili çatlak sesler çıkaranlar olmuş, bunlar elimize geçmişti) uygun olmadığını beyan edebilmiş, bizi bu konuda bilgilenmemiz için UNICEF’in harcıâlem bilgilerinin olduğu sayfalara yönlendirmişti.
En çok kanıma dokunan da bütün bunların bir eğitim/aydınlatma misyonuyla yapılıyor olması oldu. O dönem (2013 öncesi) yine Danone’nun sahibi olduğu Carrefour zincirlerinde annelere güya eğitim verilir. Türkiye’nin her yerinde… Kızımı alıp birine katıldım. Bir diyetisyen az beslenmenin yaratabileceği sorunları anlattı uzun uzun, ardından bir başkası şirketin ürünlerini tanıttı. Sunumun sonunda yanlarına gidip dostane bir tavırla verdikleri eğitimle ilgili izlenimlerini sordum. Güneydoğu’daki kadınlardan şikayetçiydiler. Anlamıyorlarmış, cahillermiş. “Onları iki tur eğitmek gerek,” dedi ekipten biri. “Önce cahil olduklarına ikna etmek, ardından beslenme eğitimi vermek lâzım.”
Buradaki katmerli sorunların, bilindik ırkçılığın muhasebesini okuyucuya bırakıyorum. Peki bu haber çıktıktan sonra ne oldu? Şu: Ceza alan olmadı, yasal bir süreç işlemedi. Bunun yerine bazı gazetelerde reklâm kokan haberler çıktı. Independent’da çıkan haberin anlaşılması güç bir özeti verildi, ardına (kimi zaman haberden daha uzun) Danone-Türkiye’nin kamusal hizmetlerini, bu konudaki duyarlılığını anlatan resmî bir açıklama eklendi. Bir süre sonra kampanya geri çekildi; yerine “annelere süt” adıyla yeni bir kampanya başlatıldı. Hayat devam etti.
Tigers
Bütün bunları bağlayacağım yer bir film. Bu sene İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Kaplanlar (Tigers) isimli film, Nestlé mamalarının 1990’larda Pakistan’da çocuk/bebek ölümlerine yol açan skandalını anlatıyor. Film bir mama mümessilinin (ismi Ayan) hikâyesi etrafında örülmüş. Doktorların birtakım hediyelerle (yani aslında rüşvetle) nasıl ikna edildiği anlatılıyor. Mümessiller öyle “iyi” çalışıyorlar ki doktorların ailelerinden özel zevklerine kadar her konuda bilgi topluyorlar önce. Ardından yarı arkadaşlık yarı iş şeklinde yürüyen bir ilişki kuruyorlar. Maksat, o hastaneden çıkan tüm annelerin mama kullanmasını sağlamak.
Ancak filmdeki mümessil Ayan, mamanın ölümlere yol açtığını öğrenince işi bırakır, şirkete savaş açar. Bekleneceği üzere tehdit edilir, korkutulur, para teklif edilir. İş en sonunda uzun ve dolambaçlı bir hukukî sürece yuvarlanır. En iyi avukatların en pis yöntemlerle iş yaptığı bir alandır bu. Ayan’ın inanılırlığı sorgulanır, karakter infazı yapılır. Kısmen de başarılı olunur; zira uzun bir süre bu önemli olay, Ayan’ın aslında içten pazarlıklı olup olmadığı üzerinden tartışılır. Ayan, Pakistan’da can güvenliği kalmadığı için yedi sene Pakistan’a dönemez, ailesiyle görüşemez.
Nestlé’nin resmî sitesinde konuyla ilgili bir açıklama var. Özetle “olay çarpıtılmıştır, bu çalışanımız kötü niyetlidir” deniyor. Hayat devam ediyor. Bu da bahsi geçen şirketlerin geçmiş sicili için bakınız.
Bu şirketlerin her şeye rağmen bir ihtiyaca cevap verdiği söylenebilir. Kısmen doğru. Ancak hiçbir ihtiyaç bu korkunç pazarlama tekniklerini haklı çıkarmaz. Üstelik bu ihtiyaçların piyasa dışı yöntemlerle çözülebildiği başka uygulamalar hâlâ varken. Evet, süt anneliği! Piyasa toplumu bizi anti-sosyalleştiriyor. Piyasa dışı sosyal ağlar yok ediliyor. Yerine, yolu piyasadan geçen başka ilişkiler tesis ediliyor. Duygusal bir dönüşüm bu aynı zamanda, her mevziye saldırılıyor. O yüzden günümüzde süt anneliği kimileri için (sebep hijyen olur, güvensizlik olur) uzak bir mazi hâline gelmiş durumda.
Dahası, annelerin korkutularak mamaya yönlendirilmesinden evvel denenebilecek başka yollar var. Sütü ilk anda gelmeyen annelere yönelik emzirme eğitimlerini yaygınlaştırmak mesela. Bu konuda o kadar çok teknik var ki… Çoğu zaman işe de yarıyor üstelik. Bu işler, pazarlamaya harcanan akıl almaz paraların çok daha azıyla yapılabilir. Eğer hiçbiri olmuyorsa belirli sınırlar dahilinde mama kullanılabilir, neden olmasın? İşin aslı, bu gıdaların pazarlanmasıyla ilgili hâlihazırda uluslararası yasalar var.
Daha fazlası da mümkün. Bu mamûlün sosyalleştirilmesi, yani şirketlerin elinden alınması, reklâmın yasaklanması, standart paketlerde satılması gibi uygulamalar hayata geçirilebilir.
Toparlıyorum. Bu ufak vaka bile piyasa dışı sosyal ağların nasıl hayal edilebileceği üzerine ilham verici bir örnek sunuyor. Daha büyük değişimlerle ilişkilenebilecek birtakım direniş mevzileri ortaya çıkarıyor. Süt meselesi, neden böyle bir toplumda yaşamanın bu kadar boğucu olduğunu gösteriyor.
tüketim çılgınlığına karşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tüketim çılgınlığına karşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
3 Haziran 2015 Çarşamba
9 Mart 2015 Pazartesi
Reklamlarda Görmediklerimiz
Reklamlarda ürünlerin sağlayacağı kısa süreli keyif, zevk, his, duygu vs. vurgulanır. Ancak işin aslının ne olduğu, ürünün nelerden oluştuğu ve potansiyel zararları söz konusu edilmez. Çünkü öğrendiğimizde tiksineceğiz, yemeyeceğiz, yesek de aynı iştahla olmayacak. Hatta kimi zaman ürünü daha alımlı yapmaya yönelik hoş bir renk boyası en tiksinti uyandıracak bir maddeden elde edilip en tiksinti uyandıracak bir üretim sürecinden geçiyor olabilir. Her şey ürünün lezzeti, görüntüsü ve raf ömrü için. Diğer bir deyişle çok talep, çok satış ve çok kâr için.
Reklamlarda görmediklerimize birkaç örnek:
Şeker ve Yağ
Diyabet veya obezite olmak istemeyenlerin ne yediğine dikkat etmesi gerekir.
Kinolin Sarısı
Kinolin sarısı (E104), zararları konusunda tartışmaların sürdüğü bir gıda boyasıdır. Meşhur bir limonatanın cafcaflı sarı renginin kaynağıdır.
Karmin
Karmin, kırmızı renk veren bir gıda boyasıdır. Hergün böcek yediğinizi biliyor musunuz? başlıklı bir haberin sadece linkini vererek yetiniyorum.
Reklamlarda görmediklerimize birkaç örnek:
Şeker ve Yağ
Diyabet veya obezite olmak istemeyenlerin ne yediğine dikkat etmesi gerekir.
![]() |
Meşhur bir çikolatanın içeriği |
Kinolin sarısı (E104), zararları konusunda tartışmaların sürdüğü bir gıda boyasıdır. Meşhur bir limonatanın cafcaflı sarı renginin kaynağıdır.
![]() |
Cafcaflı sarı rengin kaynağı |
Karmin
Karmin, kırmızı renk veren bir gıda boyasıdır. Hergün böcek yediğinizi biliyor musunuz? başlıklı bir haberin sadece linkini vererek yetiniyorum.
1 Temmuz 2014 Salı
AVM'ye Gezmek için Gitmek
Nureddin Yıldız Hoca, alışveriş merkezine gezmek için giden müslüman raydan çıkmış müslümandır diye uyarıyor.
Bilakis Allah verdiği nimetlerin üzerimizde görülmesini ister. Tüketelim ister. Çıldırarak değil. Sağlığımızı, kişiliğimizi, ailemizi koruyarak tüketelim ister. Para harcamak için bir yere gitmektir çılgınlık.
Alışveriş merkezine gezmek için giden müslüman raydan çıkmış müslümandır. İhtiyacını karşılamak için elbette alışveriş merkezine gidersin.
- Çoluk çocuk bugün alışveriş merkezine gittik.
- Hayrola hepiniz ayakkabı mı aldınız?
- Yoo şöyle bi gezelim dedik.
Vay halimize. Umreye gider gibi alışveriş merkezine gitmeye başlamış müslüman.
"Şöyle bi gezelim dedik." Başkalarının kadınlarını kızlarını görmek miydi maksadınız? Yoksa çocuğunu aklında olmadığı halde bir dahaki ay neler tüketeceklerini rüyasında görsün diye teşhir için mi gittin? Yoksa kendi çoluk çocuğunu mu teşhir etmeye gittin? Hangisi bunların? Çocuk niye sizinle geldi çocukla ilgili bir alışveriş olmadığı halde?
- O da bi görsün dedik.
Nasıl çıldırdığımızı mı görsün diye aldınız?
![]() |
Alışveriş merkezine gezmek için giden müslüman raydan çıkmış müslümandır. (Nurettin Yıldız) |
Alışveriş merkezine gezmek için giden müslüman raydan çıkmış müslümandır. İhtiyacını karşılamak için elbette alışveriş merkezine gidersin.
- Çoluk çocuk bugün alışveriş merkezine gittik.
- Hayrola hepiniz ayakkabı mı aldınız?
- Yoo şöyle bi gezelim dedik.
Vay halimize. Umreye gider gibi alışveriş merkezine gitmeye başlamış müslüman.
"Şöyle bi gezelim dedik." Başkalarının kadınlarını kızlarını görmek miydi maksadınız? Yoksa çocuğunu aklında olmadığı halde bir dahaki ay neler tüketeceklerini rüyasında görsün diye teşhir için mi gittin? Yoksa kendi çoluk çocuğunu mu teşhir etmeye gittin? Hangisi bunların? Çocuk niye sizinle geldi çocukla ilgili bir alışveriş olmadığı halde?
- O da bi görsün dedik.
Nasıl çıldırdığımızı mı görsün diye aldınız?
30 Haziran 2014 Pazartesi
İhtiyacatın Ziyadeleşmesi
Risale-i Nur Külliyatı'ndan Nur Çeşmesi s.128'den alıntıdır.
İkinci sual: Sen eskiden şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan "mim'siz" diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?
Elcevap: Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa'y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi. Semavî Kur'ân'ın kanun-u esasîsi,
ferman-ı esasîsiyle, "beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa'ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir" diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen, kısa bir iki nükte söyleyeceğim:
Birincisi: Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Biçare avâm ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur'ân'ın kanun-u esasîsi olan "vücub-u zekât, hurmet-i riba" vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti.
İkinci nükte: Bu medeniyet-i hâzıranın harikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye olmasından, hakikî bir şükür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki, ehemmiyetli bir kısım insanı tembelliğe ve sefahete ve sa'yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için, sa'yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisatsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevk ediyor.
Meselâ, Risale-i Nur'daki Nur Anahtarının dediği gibi, radyo büyük bir nimet iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmekle bir mânevî şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevesata, lüzumsuz, mâlâyâni şeylere sarf edildiğinden, tembelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk edip sa'yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor.
Hattâ çok menfaatli olan bir kısım harika vesait, sa'y ve amel ve hakikî maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimali lâzım gelirken, ben kendim gördüm, ondan bir ikisi zarurî ihtiyâcâta sarf edilmeye mukabil, ondan sekizi keyif, hevesat, tenezzüh, tembelliğe mecbur ediyor. Bu iki cüz'î misale binler misaller var.
Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış, sa'y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zayi ediyor.
Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.
Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit beşeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor.
İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur'ân-ı Hakîmin dört yüz milyon talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını; ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini; ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini; ve şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini, Kur'ân-ı Mu'cizi'l-Beyânın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor.
İkinci sual: Sen eskiden şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan "mim'siz" diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?
Elcevap: Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa'y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi. Semavî Kur'ân'ın kanun-u esasîsi,
ferman-ı esasîsiyle, "beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa'ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir" diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen, kısa bir iki nükte söyleyeceğim:
Birincisi: Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Biçare avâm ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur'ân'ın kanun-u esasîsi olan "vücub-u zekât, hurmet-i riba" vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti.
İkinci nükte: Bu medeniyet-i hâzıranın harikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye olmasından, hakikî bir şükür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki, ehemmiyetli bir kısım insanı tembelliğe ve sefahete ve sa'yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için, sa'yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisatsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevk ediyor.
Meselâ, Risale-i Nur'daki Nur Anahtarının dediği gibi, radyo büyük bir nimet iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmekle bir mânevî şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevesata, lüzumsuz, mâlâyâni şeylere sarf edildiğinden, tembelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk edip sa'yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor.
Hattâ çok menfaatli olan bir kısım harika vesait, sa'y ve amel ve hakikî maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimali lâzım gelirken, ben kendim gördüm, ondan bir ikisi zarurî ihtiyâcâta sarf edilmeye mukabil, ondan sekizi keyif, hevesat, tenezzüh, tembelliğe mecbur ediyor. Bu iki cüz'î misale binler misaller var.
Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış, sa'y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zayi ediyor.
Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.
Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit beşeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor.
İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur'ân-ı Hakîmin dört yüz milyon talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını; ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini; ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini; ve şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini, Kur'ân-ı Mu'cizi'l-Beyânın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor.
Mesnevi’de Heva ve Heves
Tahir Büyükkörükçü, Hakiki Vechesiyle Mevlana ve Mesnevi, İman bahsi, s.77’den alıntıdır.
Nefsi zelil ve mutî olan kimseye ne mutlu. Nefsinin tekmesi kendisini helâk eden kimsenin de vay haline.
Heva ve hevesin yolunda gitme de, Allah’tan cennetteki Selsebîl ırmağına bir yol iste.
Ey heva ve hevesi, derununda tazeleyen kimse; imanını tazele. Fakat, yalnız dilinin söylemesiyle değil.
Heva ve şehvet taze bulundukça iman taze değildir. Çünkü bu heva, hakikat kapısının kilididir.
Rüzgarın esişine tâbi olan ot gibi nefis ve hevaların zevkine uyma. Zira arşın gölgesi bir kulübeden evladır.
Gazabı, şehveti, hırsı terk etmek mertliktir. Peygamberlik damarıdır.
* * *
Heva ve hevesin yolunda gitme de, Allah’tan cennetteki Selsebîl ırmağına bir yol iste.
Ey heva ve hevesi, derununda tazeleyen kimse; imanını tazele. Fakat, yalnız dilinin söylemesiyle değil.
Heva ve şehvet taze bulundukça iman taze değildir. Çünkü bu heva, hakikat kapısının kilididir.
Rüzgarın esişine tâbi olan ot gibi nefis ve hevaların zevkine uyma. Zira arşın gölgesi bir kulübeden evladır.
Gazabı, şehveti, hırsı terk etmek mertliktir. Peygamberlik damarıdır.
* * *
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)